Makaleler

YAZILAR

Kur’an Sevgi, Şefkat ve Merhametin Sanatını Öğretir

ninetorun 300x225 Kuran Sevgi, Şefkat ve Merhametin Sanatını ÖğretirSevgi duyarlılığı, insanın ruh hali ve ahlak özellikleriyle orantılıdır. İnsan, samimi imanının derinliğine göre sever, sevilir. Allah’ın yarattığı varlıklardaki sevgi, şefkat ve coşku meydana getiren yönleri görebilir; tümünden haz alır. Gerçek anlamda iyi, şefkatli, merhametli olmak imanın getirdiği birer nimettir; birer güzelliktir.

İnsan Allah’a aşkla bağlıysa O’nun buyruklarına çok titiz olur, en çok O’nu sever ve en çok O’na saygı duyar. Bencil ve nefsine düşkün olmaz. Şefkatli ve koruyucu olur, çıkarlarının peşinde olmaz; affedici olur. Kişinin içinde Allah sevgisi yoksa yalnız kendi çıkarlarını düşünür, affetmez, çıkarlarıyla çatıştığında ise sert davranabilir.

samimi3 165x300 Kuran Sevgi, Şefkat ve Merhametin Sanatını Öğretir

Sevgiyi, güzelliği sağlayan her özellik Allah aşkı ve korkusuyla kazanılır. Bu duygular insanların daha şefkatli, daha merhametli, daha sevecen ve daha ince düşünceli olmalarını sağlar. Ve güzel ahlakın kökenini oluşturur.

Din sevgi, merhamet, şefkat, akılcılık, güven ve huzurdur. Tüm pozitif duygularımızın toplamı dindir. Kur’an, negatif duyguları görüldüğü yerde ezecek bir sistem kurmuştur. Örneğin nedir öldüren sevgiyi?.. Affetmemek. Kur’an onu hemen ayetlerle ezer.

Başka nedir sevgiyi öldüren?.. Cehalet. Kur’an bu kez onun üstüne gider. Allah, sevgisizliği ortadan kaldıracak birçok önlem yaratmıştır. İnsan, Kur’an’ı tam olarak yaşamına uyguladığında sevginin önü açılır; sevgiyi doruğunda yaşar. Ama binbir çeşit engel varsa, insan onun arkasında sevgisizlikten boğulur. Yaşadığı belaların arkasından sevgiye ulaşamaz; o belaları kaldırması gerekir. Kur’an sevgi, şefkat ve merhametin önündeki tüm engelleri kaldırır.

Kur’an ahlakını yaşayan insan, sevdiklerini şefkat duyarak sever; binlerce kez hata yapmış da olsa sevdiğine karşı merhametli ve her koşulda bağışlayıcıdır. Asıl bağışlayıcı olan Allah’tır; cezayı verecek olan insan değildir. Bağışlamak sıkıntı, azap, çile içinde olmamalı, içten olmalıdır.

Mümin, din kardeşinin her zaman için iyiliğini ister. Kendi sonsuz yaşamını düşündüğü gibi, kardeşinin de ahiretini düşünür; onu hata yaptığında uyarır, kötülükten engellemeye çalışır. Kendi için ettiği dualarında din kardeşlerini asla unutmaz.

Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: ‘Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin. (Haşr Suresi, 10)

Sevgisini Allah sevgisi ve hoşnutluğu üzerine kurmuş insan, hata da yapsa sevdiği kişiye imanından kaynaklanan şefkat, merhamet ve bağışlama ile yaklaşır. Ve inanan insanın, karşısındaki kişiye sevgisi, yaşlılık, sakatlık ya da maddi kayıp gibi durumlarda olumsuz etkilenmez.

Allah için yaşanan sevgide sadakat, şefkat, merhamet ve bağışlama vardır. Allah için yaşanan sevgi, süresiz ve sonsuzdur. Bu sevgi, önce dünyada ve ardından sonsuz yaşamda devam etmeye kilitlenmiştir. Müminlerin birbirlerine olan sevgileri ve birbirlerine karşı olumsuz duygular taşımamaları, Allah’ın samimi kullarına nimetidir. Bu nimet, “Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. (Hicr Suresi, 47) ayetiyle bildirildiği gibi, ahirette tam anlamıyla yaşanacaktır.

Birçok Kur’an ayetinde bildirilir; “Allah, kullarına karşı şefkatli olandır”. İnsan Allah’a yakın olduğu zaman O’nun sıfatları üzerinde tecelli eder. Müminlerin şefkat ve merhameti Allah’ın merhametinin bir tecellisi olduğundan Allah’ın hoşnutluğunu gözeten bir merhamet şeklidir. Merhametlerinde aldıkları ölçü Kur’an’dır. Kuran’ın dışında bir sistemi ölçü alan merhamet anlayışı, “Rahmanî” değil, “şeytanî” bir merhamettir.

İmam Rabbani, müminlerin, Allah’ın yarattıklarına duydukları şefkatin önemini şöyle tarif eder:

“Allah’ın emrine tazim (saygı) ve Allah’ın kullarına şefkat; her ikisi de, ahiret azabından kurtulmak için, iki büyük asıl köktür.” (İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 98. Mektup)

Allah’ın buyruklarına uymak ve O’nun yasaklarından kaçınmak kadar, kullarla iyi geçinmenin de aynı ölçüde gerekli olduğunu söyler ve şöyle devam eder İmam Rabbani:

“Allah’ın emrine tazim (saygı), Allah’ın yarattıklarına şefkat… cümlesi, bu iki hakkın edasını açıktan beyan edip her iki mananın riayetini (uygulanmasını) lüzumlu kılmaktadır. O iki işin birini yapıp birini bırakmak, küllü (bütünü) bırakıp cüzle (parça ile) yetinmek gibi olur ki; kemal sıfatını almaktan uzaklık ve bu hususta kusur sayılır. Bu hususta düşüncesizlik iyi olmayacağı gibi; hiçbir iltifatta bulunmamak, aldırış etmemek uygun değildir.” (İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 170. Mektup)

Üstün ahlakıyla tüm insanlığa örnek olan Peygamberimiz(sav) de müminlere koruyucu kanatlarını şefkatle gerer, imanlarını artırmalarına vesile olur, onların sonsuz ahiret yaşamlarını düşünürdü:

“Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.” (Tevbe Suresi, 128)

O’nun çevresinde her karakterden, her düşünceden insan vardı. Ancak Peygamberimiz (sav) yaşamı süresince her birinin eksiklerini ve hatalarını düzeltmek için onları uyarmış, her konuda eğitmeye çalışmıştır. Onun bu şefkati, anlayışı, ince düşüncesi ve sabrı, insanların kalbini din ahlakına ısındırmış, Peygamberimiz (sav)’e samimi bir sevgi ile bağlanmalarına sebep olmuştur.

“Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile.”… (Al-i İmran Suresi, 159)

İmam Gazali, Peygamberimizin(sav) çevresindekilere karşı tutumunu şöyle özetler:

Öfkelenmekten son derece uzak ve bir şeye çabucak rıza gösterendi. İnsanlara karşı insanların en şefkatlisiydi. Öyle ya, insanların en hayırlısı insanlara hayrı dokunan, insanların en yararlısı da insanlara faydalı olandır.” (Tirmizi, Taberani; Huccetü’l İslam İmam Gazali, İhya’u Ulum’id-din)

Peygamberimiz (sav)’in insanların kalplerini imana ısındıran sevgisi, nezaketi ve şefkati, tüm Müslümanların kazanmaları gereken üstün ahlak özellikleridir. Gerçek ve kalıcı sevgiye ulaşabilmek için, öncelikle Kur’an ahlakının yaşanması gerekir. Allah’ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmak için güzel ahlak gösteren insanlar, birbirlerini de Allah rızası için severler. Böylelikle sevgi, şefkat, merhamet ve hoşgörü -Allah’ın dilemesiyle- toplumun geneline yayılacaktır.

Fuat Türker

 




VEDÂ HUTBESİ

(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitab etti:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür."

"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.

 

Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.

Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin Rabia'nın kan davasıdır.

Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.

Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman'a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.

Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

 

Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

- Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

- Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.

- Zina etmeyeceksiniz.

- Hırsızlık yapmayacaksınız.

İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "

Sahabe-i Kiram birden söyle dediler:

"Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!"

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu:

"Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! "






HZ. PEYGAMBER VE MERHAMET EĞİTİMİ


Merhamet, insani ortak bir değerdir. Bütün iyiliklerin kaynağıdır. Onun kaynağı Allah’tır. Onun olmadığı ya da zayıfladığı ortamlarda bütün kötülükler boy atar, gelişir. Merhametsiz gönüller, şiddetin, öfkenin, şahsi menfaatin, nefsanî arzuların esiri haline gelir.


Bütün iyilikler ve iyi hasletler merhamet toprağında gelişir, meyve verir.


MERHAMETİN KAYNAĞI ALLAH’TIR


 

Allah’ın  “Rahman ve Rahim” isimleri besmele ayetiyle Kur’anda 114 kere tekrar etmektedir. Bu Allah’ın rahmetinin enginliğini, genişliğini ve kapsayıcılığını gösterir. Ayrıca Rahman ismi 45; Rahim ismi 34 kere ma’rife/belirli, 61 kere olarak Kur’an’da zikredilmiştir. Ayrıca Rahim anlamında Raûf ismi 6 kere zikredilmiştir. Rahman ve Rahim isimleri Rahmetten doğan iki isimdir. Rahmet, merhamet ve şefkat anlamınadır.


إِنَّ رَحْمَتِي غَلَبَتْ غَضَبِي


Peygamber(s.) Efendimiz :”Allah varlıkları yarattığı gün Arşının üstündeki kitabına” Şüphesiz Rahmetim, gazabıma galip geldi” buyurmuştur.(Buhari 10/466)


Yine buharideki bir hadiste Peygamberimiz(s.) :” Cennet ile Cehennem münakaşa ettiler. Cehennem: Benim payıma kibirlenenler, böbürlenenler, zorbalar düşmüştür deyip övündü. Cennet de benim payıma da, insanların zayıfları, güçsüzleri, düşkünleri gelmiştir deyip üzüldü. Cenabı Allah Cennete dedi ki:”Sen benim Rahmetim/merhametimsin, Kullarımdan dilediğime seninle Rahmet ederim.” Cehenneme de dedi ki: “ Sen benim gazabımsın. Kullarımdan dilediğime seninle azap ederim. Cennet ve cehennemden her birini dolduracak kadar payı ayrılmıştır. Cehennem dolmayacak ve ayette belirtildiği gibi “Daha yok mu” diyecektir Allah (ayağını ) üzerine bastıracak ve: “yeter! Yeter! Diyecektir. Bunun üzerine cehennemin bir kısmı diğer kısmını katlayıp içine alacak ve küçülecektir; zira Allah kullarından hiç birine asla zulmetmez. Cennete gelince Allah onun boş kalan yerleri için başka varlıklar yaratacak ve onu dolduracaktır.( Buhari 15/87)


Bu hadisler bize, Allah’ın merhametinin çokluğunu ve sınırsızlığını, Merhametli olmanın kazandırdıklarını ve merhamet konusunda kendimizi ve aile fertlerimizi eğitmemiz gerektiğini anlatmaktadır. 


RASULÜLLAH ÇOK MERHAMETLİDİR VE ŞEFKATLİDİR


 

لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ (128)


“Şüphesiz size kendi içinizden büyük bir peygamber geldi. Sizin sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. O size karşı çok hırslıdır. Müminlere çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 9/128)


Ayet bize, Peygamberimizin bize olan şefkat ve merhametini, sevgisini ve içine düştüğümüz sıkıntıların acısını çektiğini anlatmakta ve merhamet konusunda bizi eğitmektedir.


 

RAHMETLE İLGİLİ HADİSLER


 

ALLAH RAHMETİ YÜZ CÜZDÜR.


 

إِنَّ لِلَّهِ مِائَةَ رَحْمَةٍ أَنْزَلَ مِنْهَا رَحْمَةً وَاحِدَةً بَيْنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ وَالْبَهَائِمِ وَالْهَوَامِّ فَبِهَا يَتَعَاطَفُونَ وَبِهَا يَتَرَاحَمُونَ وَبِهَا تَعْطِفُ الْوَحْشُ عَلَى وَلَدِهَا وَأَخَّرَ اللَّهُ تِسْعًا وَتِسْعِينَ رَحْمَةً يَرْحَمُ بِهَا عِبَادَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ


Peygamber efendimiz buyurdu ki: Allah’ın yüz cüz rahmeti vardır. Onlardan bir cüzünü yeryüzüne indirmiş ve cinler, insanlar, hayvanlar ve küçük canlılar arasında paylaştırmıştır. Bu sebepten birbirlerine şefkat ve merhamet beslerler; bundan dolayı yabani hayvanlar yavrularına sevgi ve şefkatle yaklaşırlar. Allah kalan doksan dokuz rahmetini de Ahirete tehir etmiştir. Kıyamet günü kullarına merhameti gereği muamele edecektir.( Müslim13/311)


Peygamberimiz, Allah’ın rahmetinin enginliğini, bütün yaratılmışları kapsadığını, sevgi, şefkat ve merhametin karşılıklı olması gerektiğini bize öğretmekte ve eğitmektedir.


 


TİCARETTE MUSÂMAHÂ, KAZÂDA ADALET MERHAMETTİR.


 


رَحِمَ اللَّهُ رَجُلًا سَمْحًا إِذَا بَاعَ وَإِذَا اشْتَرَى وَإِذَا اقْتَضَى


Efendimiz: “Allah, ticaretinde ve bir hüküm verdiğinde, hoşgörülü (anlayışlı ve merhametli) olan insana Allah merhamet eder, buyurdu.”(Buhari 7/240)


Peygamberimiz, alışverişte, insani ilişkilerde ve mahkemelerde de adaletle iş yapılması gerektiğini, haksız karar ın merhametsizlik olduğunu belirtip merhamet eğitimi vermektedir.


 


MERHAMETSİZLİK CENNETTEN MAHRUM EDER.


 


لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ قَاطِعُ رَحِمٍ


Allah Rasulü: “Yakın akrabalarıyla bağını koparan merhametsiz kişi cennete giremez, buyurdu.” (Müslim 12/409)


Bu hadislerinde Peygamberimizin verdiği mesaj, akrabaları ile bağlarını koparanlar merhametsizdirler. Merhametsizlik sonuçta cennetten mahrum olmayı doğurur. Müslüman merhametten yana tavır koymalıdır.


 


MERHAMET FEDAKÂRLIK GEREKTİRİR


 


مَنْ مَلَكَ ذَا رَحِمٍ مَحْرَمٍ فَهُوَ حُرٌّ


Allah Rasulü: “ Her kim mahremi olan yakınına malik, o hürdür.” (Ebu Davut 10/456)


Bu hadis, mahrem akrabalar arasında yakın ilişki bulunduğunu, bunun önemli bir hak ve görev yüklediğini, bu hakkın büyüklüğü bir kişinin kölelikten kurtarılması ile ölçülse daha büyük geleceğini bildirip bize merhamet eğitimi vermektedir.


 


ALLAH’IN RAHMETİ SINIRSIZDIR


أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ


قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي صَلَاةٍ وَقُمْنَا مَعَهُ فَقَالَ أَعْرَابِيٌّ وَهُوَ فِي الصَّلَاةِ اللَّهُمَّ ارْحَمْنِي وَمُحَمَّدًا وَلَا تَرْحَمْ مَعَنَا أَحَدًا فَلَمَّا سَلَّمَ


النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لِلْأَعْرَابِيِّ لَقَدْ حَجَّرْتَ وَاسِعًا يُرِيدُ رَحْمَةَ اللَّهِ


Ebu Hureyre der ki: “Rasulüllah efendimiz namaza kalktı biz de onunla kalktık. Bizimle birlikte namaza duran bir a’râbî namazda, Allah’ım bana ve Muhammed’e merhamet et! Bizim dışımızda hiç kimseye merhamet etme, dedi. Rasulüllah efendimiz selam verip namazı bitirince. A’râbî’ye, şüphesiz sen Allah’ın sınırsız rahmetini kısıtladın, dedi.” (  Buhari 18/425) Sonra bu zat çok geçmeden Mescidin bir köşesine idrarını yapmaya kalktı. Onu gören Mescid’deki insanlar, koşup engel olmaya çalıştılar. Rasulüllah efendimiz onların adama müdahale etmelerine mani oldu ve “siz kolaylaştırıcı bir topluluk olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak değil. Adam işini bitirdikten sonra kirlettiği yere bir kova su dökerek temizleyin, buyurdu.”(Ebu Davud 1/462)


Rasulüllah'ın, saygısız ve görgüsüz bir bedeviyi savunması, koruması ve ashabı sakinleştirmesi ve eğitmesi metot açısından çok önemlidir.


 


MERHAMET PAYLAŞMAKTIR


 


تَرَى الْمُؤْمِنِينَ فِي تَرَاحُمِهِمْ وَتَوَادِّهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ كَمَثَلِ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى عُضْوًا تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ جَسَدِهِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى


Allah Rasulü: “ Müminlerin birbirine karşılıklı sevgi, şefkat ve merhametle muamelede bir tek beden gibi olduklarını görürsün. Bedenin bir uzvu rahatsız olduğunda, diğer organları uykusuz kalarak ve ateşlenerek onun acısını paylaşırlar.” (Buhari 18/425)


Müslümanlar merhamet eğitiminde birbirlerine bir bedenin uzuvları gibi davranmalıdır. Bu Hadis,  merhamet eğitimine çok önemli bir örnektir.


مَنْ لَا يَرْحَمُ لَا يُرْحَمُ


“Merhamet etmeyen kişi, merhamete layık olmaz”


Hadiste Peygamberimiz merhamet eğitimi konusunda önemli bir kıstas ortaya koymuştur.


 


MERHAMET BEKLEYEN MERHAMETLİ OLMALIDIR.


 


Akra’ bin Hâbis Peygamber efendimiz torunu Hasan’ı öperken gördü de, benim on tane oğlum var,  içlerinden hiç birini öpmedim dedi. Efendimiz ona: Şüphesiz, Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.”(Buhari 18/425;  Müslim 11/455)


Peygamberimizin merhamet konusundaki eğitimine bir örnektir.


 


GÖZYAŞI MERHAMET SAĞANAĞIDIR.


 


هَذِهِ رَحْمَةٌ جَعَلَهَا اللَّهُ فِي قُلُوبِ عِبَادِهِ وَإِنَّمَا يَرْحَمُ اللَّهُ مِنْ عِبَادِهِ الرُّحَمَاءَ


Peygamberimizin azatlısı Zeyd’in oğlu Usame der ki, Ben Peygamberin (s.a.v.) yanındaydım. Rasulüllah’ın yanında Sa’d bin Ubâde ve Übey bin Ka’b da vardı. Peygamberimizin kızlarından biri, kız çocuğunun hastalandığını söyleyip, “ zannımızca kızım ölmek üzere, Rasulüllah efendimiz hemen yanımıza gelsin” diye haber gönderdi. Rasulüllah efendimiz gelen ulak ile kızına selam söyleyip “Şüphesiz aldığı da verdiği de Allah’ındır. O’nun katında her şeyin belli bir eceli vardır. Ecir ve sevabını isteyip sabretsin, diye haber gönderdi; kendisi gitmedi. Peygamberimizin kızı tekrar haber gönderip mutlaka gelmesini istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber hemen kalktı, biz de kalkıp onunla birlikte eve vardık. Çocuk ağırlaşmış olduğu halde Hz. Peygamberin kucağına verildi. Peygamberimizin gözlerinden yaşlar boşandı. Ey Allah’ın elçisi, bu gözünden akan yaşlar da nedir, diye sordu. Rasulüllah: “Bu Allah’ın kullarından dilediklerinin kalplerine yerleştirdiği rahmet ve merhamettir. Allah kullarından ancak merhametli olanlara rahmet eder, buyurdu.” (Buhari 17/395)


Hadis, merhamet eğitimine örnek bir tablodur.


 


İNSANLARA MERHAMET ETMEYENE ALLAH MERHAMET ETMEZ.


مَنْ لَا يَرْحَمْ النَّاسَ لَا يَرْحَمْهُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ


Allah rasulü: Kim insanlara merhamet etmezse, Allah ona merhamet etmez. Buyurdu.” (Müslim 11/456)


Peygamberimiz merhametiyle şiddet ve inadı eritmiş, taş gibi katı kalpleri yumuşatıp hamur haline getirmiştir. Merhamet eğitimindeki başarısı O’nun peygamberliğinin delili sayılır.





 

 

 

 

Hz. Peygamberin çocuklara merhameti

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in tüm insanlığa örnek olan şefkati, merhameti ve müminlere olan düşkünlüğü, çocuklara olan tavrında da çok yoğun olarak görülmektedir.

Çocuklara karşı şefkatli ve merhametli olmak; çocuğun terbiyesi yönünden faydalı olduğu gibi, kalplerin yumuşaması için de faydalıdır. Geleceğin büyükleri olan çocuklara şefkatli ve merhametli olmayı öğretmenin en iyi yöntemi ise: evde, okulda, camide, sokakta, velhasılı kelam her yerde ve her zaman davranışlarımızla onlara bunu yaşatmaktır.

 Peygamberimiz (sav) hem kendi çocukları ve torunları hem de ashabının çocukları ile çok yakından ilgilenmiş. Çocuklar ağladığında susturmaya çalışmış, onlarla oyunlar oynamış, bazen devesine bindirmiş, bazen omzuna almış, içlerinde mahzun ve yetimleri sevindirmiş, onların başını okşamış, rastladıklarında onlara selam vermiş, hal ve hatırlarını sormuş, onlarla şakalaşmış,onlara isim takmış, hastalandıklarında ziyaretlerine gitmiş ve onlara en güzel numune ve şefkatli bir baba olmuştur. Kısaca doğumlarından isimlerinin konmasına, sağlıklarından ilimlerinin artmasına, giyimlerinden oynadıkları oyunlara kadar onlar için tavsiyelerde bulunmuş, hatta bizzat yol göstermiş, ilgilenmiştir.

Rasulullâh'ın çocuklarla münasebetlerinin temelinde, belki de onların geleceğin mimarı oluşlarının mühim bir rolü vardır

Hz. Peygamber çocuklarla haşir neşirdi. Kendisiyle onlar arasında hiçbir hiyerarşi ve engel koymazdı. Çocukların çekinip ürkmelerine neden olabilecek her tutumdan kaçınmış, onların teklifsizce yanaşıp konuşmalarını teşvik edecek davranışlara önem vermiştir. Onların arasında kendisini bir çiçek bahçesinde hissetmiş, hepsini ayrı ayrı öpmüş ve koklamıştır. O da çocukların sevgilisiydi. Sevenin sevilmesinden daha doğal ne olabilir ki?

Asr-ı Saadet döneminde çocuk olan sahabelerin anlata anlata bitiremediği bir konudur, Hz. Peygamberin çocuk sevgisi… Kimi Sevgili Peygamberimizin kendisini kucaklayıp doya doya öptüğünü, kimi başını okşadığını, onlarla ilgilendiğini, iltifatlar ettiğini, hatta onlarla oynadığını, şakalaştığını sitayişle anlatır. Kimi de kendisine hediyeler verdiğini, hastalığında ziyaret ettiğini, bineğine alıp gezdirdiğinden söz eder. Kimi de O’nun güler yüzünden, tatlı sözlerinden, zarafetinden, inceliğinden, müşfikliğinden uzun uzun bahseder… Nitekim cennetle müjdelenen sahabelerden biri olan ve adaletiyle nam salan Hz. Ömer(r.a.)’in, Rahmet Peygamberinin “merhamet derslerini” içeren şu örnek olay Hz. Peygamber’in çocukları merhamet ve muhabbetindeki arka planı pek veciz biçimde ortaya koyan çarpıcı bir örnektir:

       عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ -رضى اللَّه عنه- قَالَ قَدِمَ عَلَى النَّبِيِّ -صلى اللَّه عليه وسلم- سَبْىٌ، فَإِذَا امْرَأَةٌ مِنَ السَّبْىِ قَدْ تَحْلُبُ ثَدْيَهَا تَسْقِي، إِذَا وَجَدَتْ صَبِيًّا فِي السَّبْىِ أَخَذَتْهُ فَأَلْصَقَتْهُ بِبَطْنِهَا وَأَرْضَعَتْهُ، فَقَالَ لَنَا النَّبِيُّ -صلى اللَّه عليه وسلم- " أَتَرَوْنَ هَذِهِ طَارِحَةً وَلَدَهَا فِي النَّارِ ". قُلْنَا َ وَهْىَ تَقْدِرُ عَلَى أَنْ َ تَطْرَحَهُ. فَقَالَ " اللَّهُ أَرْحَمُ بِعِبَادِهِ مِنْ هَذِهِ بِوَلَدِهَا ".

“Hz. Peygamber’in huzuruna Hevazin kabilesinden bazı esirler getirilir. Bunların içinde emzikli bir kadın da vardır. Lâkin bu emzikli kadın çocuğunu kaybetmiştir. Yüreği acılı anne bir yandan çocuğunu ararken bir yandan da önüne gelen çocukları kucağına alıp emzirir. Nihayetinde esirler arasında çocuğunu bulunca dünyalar onun olur ve kucağına sımsıkı sarmalar, bir yandan öperken bir yandan da onu emzirmeyi sürdürür. Kadını izlemekte olan Rahmet Peygamberi, kadının bu davranışlarını örnek göstererek, Cenab-ı Hakk’ın kullarına olan sevgi ve merhametini hatırlatır ve Sahabeye yönelerek: “Şu kadının çocuğunu ateşe atacağını düşünür müsünüz?” diye bir soru tevcih eder. Sahabe: “Hayır, gücü yettiği sürece atmaz” diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “İşte Allah, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden daha çok kullarına merhametlidir” buyurarak merhametin, müşfikliğin önemine vurgu yapar.[1]

Hz. Peygamber'in bütün canlılara yönelik şefkat ve merhameti engindi. Tüm canlılarla olan ilişkilerinde bunlar temel esastır. Ancak o, çocuklara bu konuda ayrı bir önem vererek

لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا ، وَيَعْرِفْ شَرفَ كَبِيرِنَا

" Küçüklerimize şefkat göstermeyen, büyüklerimizin (büyüklük) şerefini tanımayan bizden değildir. " [2]buyurur.

18 yaşına kadar Hz. Peygamber'in evinde büyüyen Hz. Enes,

عن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: دَخَلْنَا مَعَ رَسُولِ اللّهِ . عَلى أبِى سَيْفٍ الْقَيْنِ، وَكَانَ ظِئْراًابْرَاهِيمَ بْنِ رَسُولِ اللّهِ . فَأخَذَ رَسُولُ اللّهِ . إبْنَهُ فَقَبَّلَهُ وَشَمَّهُ

"Çoluk çocuğuna karşı Hz. Peygamber'den daha şefkatlisini hiç görmedim. Oğlu İbrahim'in Medine'nin bir kenarında oturan bir sütannesi vardı. Kocası bir demirciydi. Beraberinde bizi de alarak oraya, çocuğu sık sık görmeye giderdi. Varınca çocuğu kucaklar, öper, koklar ve bir süre sonra dönerdi".

Torunları Hasan veya Hüseyin'i öperken Hz. Peygamber'i gören Akra ibn Habis bunu yadırgayarak

إنَّ لِى عَشْرَةً مِنَ الْوَلَدِ مَا قَبَّلْتُ مِنْهُمْ أحَداً

 "Benim on çocuğum var, hiçbirini de öpmedim" der.

 Hz. Peygamber ona dönerek şu cevabı verir:

مَنْ َ يَرْحَمُ  َيُرْحَمُ

 "Yaratılmışlara şefkat göstermeyene Allah da rahmet etmez".[3]

 Yine, - Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? Diye sordular. Peygamberimiz:

نَعَمْ

Fakat biz, Allah’a yemin ederiz ki, onları öpmüyoruz, dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

أَوَ أَمْلِكُ إِنْ كَانَ اللَّه نَزعَ مِنْ قُلُوبِكُمْ الرَّحمَةَ

“Allah sizin kalplerinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa, ben ne yapabilirim ki!” buyurdu.[4]Demiştir.

Bu şefkatten yararlanmada kız ve erkek çocukları arasında hiç fark yoktu. Peygamberimiz kızı Fatıma'yı çok sever, iltifat eder ve öperdi. Sahabelerinden Abdullah'ın kızı Cemre der ki:

 "Küçükken babam beni Resûlullah'a götürdü ve 'Şu kızım için Allah'a dua buyurun' dedi. Resûlullah beni kucağına aldı, elini başıma koydu ve bana dua etti". [5]

Hz. Peygamber, çocuklarına karşı müşfik ve onlara düşkün olan kadınları takdir ederek tüm anneleri böyle olmaya teşvik etmiştir.

نِسَاءُ قُرَيْشٍ خَيْرُ نِسَاءِ رَكِبْنَ ا“بِلَ، أحْنَاهُ على طِفْلٍ فِي صِغَرِهِ،

" "Kureyş kadınları, deveye binen kadınların(Arap kadınlarının) en hayırlılarıdır: Çünkü onlar çocuklarına son derece müşfik ve düşkündürler"[6] buyurmuştur.

Bir defasında iki çocuğundan birini sırtına almış, diğerini de elinden tutmuş huzuruna gelen ve Hz. Aişe'nin ikram ettiği üç hurmadan ikisini beraberindeki iki çocuğuna birer tane verip üçüncüsünü kendine ayırdığı halde, az sonra bunu da çocuklarına yarımşar veren bir kadına, bu şefkatinden dolayı Şöyle buyurmuştu

مَا عَجَبُكِ؟ لَقَدْ دَخَلَتْ بِهِ الْجَنَّةَ

"Buna hayret mi ettin? Kadın bu davranışı sebebiyle cennete girdi"[7]

Hz. Peygamber'in hoş kokulu reyhan çiçeğine benzetip

وإنّكمْ لمن رَيْحانِ اللّهِ تعالى

 "Ve siz Allah'ın reyhanındansınız."[8] dediği çocukları kucaklayıp öptüğüne dair örnekler pek çoktur. Özellikle

 "Dünyada iki reyhanım"[9] buyurduğu Hasan ve Hüseyin'i sık sık çağırıp koklar, bağrına basar ve onlara dua ederdi.

Ebû Katâde (radıyallâhu anh) rivayetine göre:

كَانَ رسولُ اللّهِ # يُصَلِّى بِالنَّاسِ وَهُوَ حَامِلٌ أُمَامَةَ بِنْتَ زَيْنَبَ بِنْتِ رَسُولِ اللّهِ # فإذَا سَجَدَ وَضَعَهَا، فإذَا قَامَ حَمَلَهَا

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kızı Zeyneb'in kerîmesi olan torunu Ümâme'yi omuzunda taşıdığı halde halka namaz kıldırırdı. Secdeye varınca çocuğu (yana) bırakır, kıyâm için doğrulunca tekrar omuzuna alırdı.”[10]

Ondaki bu özellik sadece kendi çocuklarına karşı bir evlat sevgisinden çok, istisnasız bütün çocuklara yönelikti.

Zeyd'in oğlu Usame der ki:

"Allah'ın Elçisi beni bir dizine, (torunu) Hasan'ı diğer dizine oturtur, sonra ikimizi birden bağrına basar ve 'Ey Rabbim, bunlara merhamet et, ben bunları çok seviyorum' derdi".[11]

 Haris oğlu Rebî'a'nın şu sözleri de bu gerçeği göstermektedir:

 "Babam beni, Abbas da oğlu Fadl'ı Resûlullah'a gönderdi. Huzuruna girdiğimiz zaman bizi sağlı sollu oturttu ve bizi öylesine sıkı kucakladı ki daha kuvvetlisini görmedik".[12]

O, çocuklarda din farkı gözetmemiş, gayri Müslimlerin çocukları da onun şefkat deryasından nasiplerini almışlardır.

أنَّ غَُماً مِنَ الْيَهُودِ كَانَ يَخْدُمُ النّبيَّ . فَمَرِضَ فَعَادَهُ النّبيُّ . فَقَعَدَ عِنْدَ رَأسِهِ فَقالَ لَهُ: أسْلِمْ. فَنَظَرَ إلى أبيه وهو عنده، فقَالَ أطِع أبا القاسِم فأسلم، فخرج النبيُّ . وَهُوَ يَقُولُ: الحَمْدُ للّهِ الَّذِي أنْقَذَهُ بِى مِنَ النَّارِ

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Yahudilerden bir çocuk Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'a hizmet ediyordu. Bir gün hastalandı. Resûlullah onun ziyaretine geldi. Başucunda oturdu ve: "Müslüman ol!" buyurdu. Çocuk yanında durmakta olan babasına baktı. Babası da: "Ebû'l-Kasım'a itaat et!" diye emretti. Çocuk derhal Müslüman oldu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)  oradan ayrıldığı vakit şöyle diyordu:

"Onu benim vesilemle ateşten kurtaran Allah'a hamdolsun[13]

Ve bir defasında

أنَّهَا أتَتْ بِابنٍ لهَا صَغِيرٍ لَمْ يَأكُلِ الطَّعَامَ إلى رسولِ اللّهِ . فَأجْلَسَهُ في حِجْرِهِ فَبَالَ عَلى ثَوْبِهِ

Ümmü Kays Bintu Mihsan (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Ben, henüz yemek yemeyen küçük bir oğlumla Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gitmiştim. Varınca, çocuğu kucağına oturttu. Derken çocuk elbisesine akıttı.[14]

"Çocuklarla o kadar içice olmuştu ki, bir defasında yarış yapan çocukları görmüştü de, onların neşesine katılmak için birlikte koşmuştu."

Peygamberimiz (sav) çocukların eğitilmeleri ve güzel ahlak ile terbiye edilmeleri üzerinde de durmuş ve bu konuda birçok tavsiyede bulunarak yol göstermiştir. Peygamberimizin (sav) bu konudaki sözlerinden bazıları şöyledir:

مَا نَحلَ والدٌ وَلَداً من نُحْلٍ أفضلَ من أدبٍ حَسَنٍ

"Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz."[15]

"Çocuğun, babası üzerindeki haklarından biri ismini ve edebini güzel yapmasıdır."

أكْرِمُوا أوَْدَكُمْ، وَأحْسِنُوا أدَبَهُمْ.فِي الزوائد

"Çocuklarınıza gereken ikramı yapın ve terbiyelerini güzel yapın."[16]

Yine Çocuğu için çeşitli sıkıntılara katlanan kadınlar için şöyle buyuruyor.

أنَا وامرأةٌ سَعْفَاءُ الخدَّين كَهاتينِ يومَ القيامةِ، وأومأ يزيدُ بنُ زُرَيعٍ الراوى بالوُسطى والسبابةِ: امرأةٌ آمَتْ من زوجها ذاتُ منصبٍ وجمال حَبَسَتْ نفْسَهَا علَى يتامَاهَا حتَّى بانُوا أو ماتوا

"Ben ve yanakları kararmış (yetimlerini büyütmek gayesiyle süslenmeyi ve rahat yaşamayı terkeden, çektiği sıkıntılar sebebiyle cildi kararan dul kadın) kıyamet günü şu iki şey gibi yan yanayız. -Hadisi rivayet eden Yezid İbnu Zürey, baş ve orta parmaklarıyla işaret yaptı.- O kadın ki, mevkii, makamı bulunan kocasından dul kalmıştır, (maddî imkânlarından başka) neseb ve güzelliği yerindedir. Bütün bunlara rağmen (evlenmez) ve yetimler büyüyünceye veya ölünceye kadar kendini onlara hasreder."[17]

Damla deryadan numûnedir. Parıltı güneşe işarettir. Bu birkaç örnek, Allah Elçisi'nin şefkat güneşinden bir parıltı ve merhamet deryasından küçük bir sızıntıdır. Bu pınardan beslenen ve güneşten ışık alan çocuklar çiçek çiçek açmaz mı? Serpilip boy atmaz mı? Hem ailesine, hem tüm insanlığa gelecekte olgun ve şirin meyveler sunmaz mı?

Çocuklar, bizlere Rabbimizin birer emaneti...Aman...! O mukaddes emanetlere gözümüz gibi bakalım..

                                                                                                                             

Kadir HATİPOĞLU
 





 



PEYGAMBERİMİZİN MERHAMET EĞİTİMİ
 
Merhamet, Allah’ın, er-Rahman ve er-Rauf esma-i hüsnasının gereği, yaratılanlara empati duygusuyla yaklaşmaktır. Merhamet, açları hatırladığında tam doymama, üşüyenleri hatırladığında ısınmama, ağlayanları hatırlayınca katıla katıla gülmemektir. Merhamet sadece acımak değildir, acıyı telafi etme girişimidir. Müzmin bir hastayı görünce acırız. Acımak sadece bir duygudur. Hastanın şifa bulması için çaba sarf etmek ise merhamettir.
Merhamet, herkesin iyiliğini isteyip, onlara yardım etme arzusudur.
Merhamet, başkalarının ıstırabını paylaşmak ve onu dindirmeye çalışmaktır.
Merhamet bütün kainatı kuşatan bir değerdir ve kaynağı Allah’tır. “Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır.” (Araf, 156)
Alem varlığını, Allah’ın rahmet ve merhametine, varlığının devamını da Onun şefkatine borçludur.
İslam dininin tariflerinden biri de şöyledir:
            İslam, Allah’ın emrini tazim, yani Ona kul olmak, Onun yarattıklarına şefkat ve merhamet ile davranmaktır.
Dilimizde, rahmet Allah’ın dünyada mahlukata davranışını, merhamet ise insani bir duyguyu ifade eder
Peygamberimiz (s.a.s), “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” Hadis-i şerifi ile merhamet şemsiyesinin sadece mü’inleri değil bütün insanlığı kapsadığını beyan etmiştir. (Buhari, Tevhid, 2)
Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulur:
“Allah rahmetini yüz parçaya ayırdı. Doksan dokuz parçasını kendi yanında tuttu, bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle insanlar birbirine rahmetli davranırlar. Hatta yavrulu hayvan, bir tarafını incitir endişesi ile ayağını yavrusundan sakınır.” (Buhar, Edep, 19; Müslim, Tevbe, 17)
 
Peygamberimizin Ümmetine ve İnsanlığa Merhameti:
Peygamberimiz( s.a.s)’in insani ilişkilerdeki temel özelliği, merhamet, hoşgörü ve şefkattir. Kur’an-ı Kerirm, Onun bu özelliğini şöyle ifade ediyor:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنْ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
            Allah’ın rahmeti sebebiyle onlara yumuşak davrandın; eğer kaba ve katı kalpli olsaydın elbette etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için bağışlanma dile. İş hususunda onlarla istişare et. Azmettiğin zaman da, artık Allah’a tevekkül et. Elbette Allah tevekkül edenleri sever.” (Al-i İmran, 159)
            Allah Peygamberimizin Alemlere rahmet olduğunu haber vermektedir. (Bkz. Enbiya, 107)  Alemlere rahmet olan bir Peygamber, aleme sırtını döner mi hiç?  Rahmet Peygamberi, hep ümmetini düşünür, onların hayrı için çaba sarf eder. Ümmetini başına bir şey gelmesi Onu tedirgin eder. Onun ümmetine merhameti, bir annesinin evladı üzerindeki hassasiyeti gibidir. 
             لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ
         "Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz onun gücüne
giden, size pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir
Resul gelmiştir.” (Tevbe, 128)
Cabir b. Abdullah (r.a.)’dan nakledildiğine göre Allah Resulü (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Benimle sizin durumunuzun örneği ateş yakan bir adamın örneğine benzer. Pervane ve kelebekler ateşe düşmeye başlayınca adam onları engellemeye çalışır. Ben de sizi kuşağınızdan tutup ateşten korumaya çalışıyorum ama siz elimden kaçıp gidiyorsunuz.”
(Müslim, Fedâil, 19)
Mekke fethinde kendisine düşmanlık besleyen bütün  müşrikleri, hicret esnasında kendisine saldırmak üzere hamle yaparken kumlara saplanan Süraka’yı, ashabını Mekke’den çıkartan Ebu Süfyan’ı ve eşi Hind’i, Hamza’yı öldüren Vahşî’yi  bağışladı.
 Güçlü bir durumda yapılan af ve merhamet değerlidir. Zayıfların affı ve merhameti, gerçekte merhamet değil, acziyettir.
                 Peygamberimizin merhameti bütün mahlukatadır:
            Merhameti insanlık Ondan öğrendi.
            Keseceği bir hayvanın gözü önünde bıçağını bileyen adama Peygamberimiz (s.a.s), “Sen bu hayvanı kaç defa öldüreceksin” (Hakim, Müstedrek, IV/ 257, 260/7570) diye çıkışıyor.  İslam ordusu, Mekke’yi fethetmek üzere Medine’den Mekke’ye doğru yol alırken Peygamberimiz Mekke yakınlarında yeni doğurmuş bir köpek görüyor, yavruların ezilmemesi için başına bir bekçi görevlendiriyor.
            Bir gün Peygamberimiz “Nefsim kudreti elinde olan Allah’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz sürece cennete giremezsiniz. Sahabiler dediler ki, “Ya Resulallah, hepimiz merhametliyiz.” Allah Resulü, Benim kastettiğim merhamet sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhametiniz değil, bilakis, bütün mahlukata olan merhamettir.” (Hakim, Müstedrek, IV/185)   
                Zevk için avlanıp sonra hayvanı bir kenara atmayı “haram” olarak nitelendiren şefkat peygamberinin şu uyarısı ne kadar anlamlıdır:
“Haksız yere bir serçeyi veya daha küçük bir hayvanı öldüren insandan Allah bunun hesabını mutlaka soracaktır.”(Nesai, Dahaya, 42.)
 Nebevi şefkat ve merhamet, Allahtan gelen acılara da teslimiyet gösteren bir olgunluğa sahiptir. Şair,
            Hoştur bana senden gelen,
            Ya gonca gül yahut diken
Ya hil’atü yahut kefen
Kahrınca hoş, lütfün da hoş.
Peygamberimi her konuda olduğu gibi merhamette de bütün insanlığa örnektir.
Mevlana Peygamberimizin merhametini şöyle anlatır:
“Ey Mustafa! Sen bu safa denizinin kaptanı ol! Çünkü sen o denizin ikinci bir Nuh’usun. Ortalık kaptanlık iddiasında bulunan, gemiyi batırarak vurgun vurmaya çalışan sahte rehberlerle dolu. Sen zamanın sahibi ve vaktin Hızır’ısın. Her geminin kurtuluşu sana bağlı.”  (Mesnevî, IV, b. 1457-1460.)
Yine Hz. Mevlana bir başka şiirinde âlemlerin merhamet  kaynağı şanlı nebiye şöyle seslenir:
Ey yeryüzünü nurlandıran, gökleri aydınlatan  çerâğ!
 Hâlimi gör, feryâdımı işit, dertlerim sırtımda bir dağ.
 Kaçtım yüzlerce belâdan, sığındım merhamet ve inâyetine,
 Rahmet elinle başımı okşa, kerem eyle, muhtâcım hidâyetine.
Şefâat eyle, tut elimi, temizle içimden dünyâ duygularını,
 Ver ukbâ murâdımı, kurtulayım düşünmekten yarını.
Müjdelemiş seni kitâbında fetih ve safâ ile Hakk,
 Fetih kapısını aç ey nebî, oradan bize şefkatle bak.
 Açmış sadrını Allah, genişlik vermiş göğsüne
Düşsün bize de ihsân ve aşk ile dolu bir sîne
(Dîvân-ı Kebîr, IV, 1974.)
Merhamet önderi Peygamberimiz (s.a.s);
“Merhametli olana Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösterin ki, göktekiler de size merhamet etsinler.”  (Tirmizi, Birr, 16.)  buyurmuş, O, Kendisine zulmeden insanlara bile lanet etmemiş, onların helaki için beddua etmesi teklif edildiğinde her defasında şu cevabı vermişti:
“Hayır, ben lanet okumak için değil, âlemlere rahmet olmak için gönderildim.”   (Müslim, Birr, 87.)
                Yine tarihe not düşen tarihçiler, ecdadımızın uzun bir göç yolculuğu yapan yaralı ya da bakıma muhtaç leyleklerin ve diğer kuşların bakımı ve tedavisi için “Gurebâhâne-i Laklakân” isimli kuş bakım evlerinin ve bu evlerin giderleri için vakıfların kurulduğunu zikrederler.
Onun insanlar hakkında beslediği bu duyguların en çarpıcı örneği Taif yolculuğu esnasında yaşanmıştı. Taif’teki yakınlarından destek almak ve bir anlamda onları vasıta kılarak tebliğini insanlara ulaştırmak maksadıyla, yanında manevi oğlu Zeyd b. Hârise ile birlikte bu şehre doğru yola çıkan Sevgili Peygamberimiz, İslam dinini anlatmaya çalıştığı Taiflilerden sert tepkiler görmüş, şehir halkının tahrikiyle çocukların taş yağmuruna hedef olmuştu. Zorlukla bir bahçeye sığınan Resul-i Kibriya (s.a.s.) Efendimiz, yorgun ve bitkindi. Dahası, kaybettiği eşi ve amcasının acısı hâlâ yüreğini kanatıyordu. Hüzün üstüne hüzün yaşadığı bu anlarda, ellerini açıp şöyle yalvardı Rabbine, sonradan gelecek
ümmetine örnek olacak tazarru ve niyaz cümleleriyle…
“Allah’ım! Güçsüzlüğümü, çaresizliğimi, insanlar tarafından hor ve hakir görülüşümü Sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi!... Herkesin zayıf görüp üzerine yüklendiği çaresizlerin Rabbi Sensin… Eğer bana karşı bir gazabın söz konusu değilse, başıma gelen bu belalara, çektiğim bu sıkıntılara aldırmam!... Ancak Senin rahmetin bunları da göstermeyecek kadar geniştir...” (İbn Hişam, cilt 2, s. 68.)
Duasından sonra kendilerine üzüm ikram eden Addas isimli bir kölenin imanına vesile olan Resul-i Kibriya (s.a.s.), karşılaştığı muameleden dolayı buruk bir şekilde Mekke’ye doğru yola çıktığında vahiy meleği Hz. Cebrail gelerek şöyle dedi: “Allah, insanların senin hakkında söylediklerini işitmiştir. Onların seni korumaya yanaşmadıklarını da biliyor. Sana, dağların sevk ve idaresinden sorumlu şu meleği gönderdi. Ne istersen emrine amadedir.”
Melek, Peygamber Efendimize selam vererek şöyle dedi: “Ey Muhammed! Evet, ben bunun için buradayım. Sen istersen eğer, şu iki yalçın dağı üzerlerine çöktürüp onları helak ederim. Emredersen eğer, bunu hemen yaparım…”
Eşsiz şefkatin ve merhametin timsali Resul-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz, o günden bugüne tüm tarih kitaplarını süsleyen güzellikteki ifadesiyle şöyle buyurdu:
“Hayır! Bunu kesinlikle istemem… Ben Rabbimden, onların neslinden gelecek insanlardan, sadece Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil lütfetmesini diliyorum.”
(Buhari, Bed’ül Halk, 7.)
           
Ümmetin üstüne titreyen Sensin,
            Müjdeci, uyaran gel diyen Sensin
            Kulunu, Allah’a sevdiren Sensin,
            Gecemi gündüze çeviren Sensin
            Ey Hakk’ın şahidi, yüzünü göster,
            Kul, şahadetinle tanınmak ister. (Hayreddin Karaman)
            Merhametten maraz doğar, derler. Bu tespit bir hakikati ifade etse de doğrusu maraz, merhametten değil, marazlı kişilikten neşet eder. Yani marazlı bir kişiye merhamet ettiğinizde bir maraz ile karşılaşabilirsiniz. Merhametine karşılık bekleyenler, kötülükle karşılaştığında bunu asla hazmedemezler. Oysa merhamet eden şairin dediği gibi;
Yap bir iyilik at denize / Balık bilmezse Halik bilir”
Prensibine göre hareket etseydi, ben bana yakışanı yaptım o da kendisine yakışanı yaptı, diye düşünürdü.
            Sevgi saygı, şefkat ve merhamet gibi insani erdemler, ruhumuzu besleyen ve yücelten ulvi duygulardır. Kendi içimizdeki hoşnutsuzluğu ailemizdeki, aile içindeki mutsuzluğu, çevremizde şahit olduğumuz şiddet ve çatışta hadiselerini bu ulvi doyguların yoksunluğunda aramak gerekir.
            İnsanlık merhamet üzerine kuruludur.
            Merhametini kaybeden insanlığını da kaybeder.
            Allah Teala, bize dünyada rahmeti, ahrette de merhameti ile muamele etsin. Allah, Peygamberimizin merhamet ahlakını da bilen ve uygulayanlardan eylesin. Bizleri merhametsiz sayılabilecek davranışlar sergilemekten ve merhametsizlerden gelebilecek zararlardan muhafaza eylesin. 

 



Hz. Peygamber'in (sav) Ümmetin
 Şefkat ve Merhameti

Ümmetine acıma ve şefkat konusunda en fazla öne çıkan Allah elçisi ise şüphesiz son peygamber ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav)'dir.
Kendisi Rahman ve Rahim olan Allah, merhamet ve şefkat duygusunu yarattıklarının en üstünü olan insanın fıtratına da koymuştur. İnsanlara şefkat ve merhamet duygusu en üst düzeyde Allah’ın hidayet rehberi olarak gönderdiği peygamberlerde bulunur. Allah'ın kalplerine yerleştirdiği bu şefkat hissiyle peygamberler bütün gayretlerini ümmetinin kurtuluşu yolunda sarf etmişlerdir. Ümmetine acıma ve şefkat konusunda en fazla öne çıkan Allah elçisi ise şüphesiz son peygamber olarak görevlendirilen ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav)'dir. Her güzel haslet ve ahlâkta olduğu gibi Allah Resûlü şefkatte de zirve şahsiyettir.
Allah Rasûlü (sav), Cenab-ı Hakk’ın engin rahmetinin yeryüzündeki temsilcisi sıfatıyla bütün hayatı boyunca insanların İlahi rahmetten istifade etmesi için olağanüstü çaba harcamıştır. Dünya ve ahiret saadetine götüren, Allah’ın engin rahmetinden istifade etme yollarını gösteren mesajına bîgâne kalan, hatta inkâr edenlerin bile hidayete ermeleri için iki çok gayret göstermiştir. Mekke liderleri zaman zaman onu zor durumda bırakmak ve bu sayede gerek toplum, gerekse inananları nazarında etkisiz hale getirmek için Hz. Peygamber’le (sav) münakaşaya girişmişlerdir. Müşriklerin bu ve benzeri girişimlerinin asıl hedefi hakikati ortaya çıkarmak değil, Hz. Peygamber’i (sav) müşkül durumda bırakmak gayesine matuf olduğu anlaşılmaktadır. Ancak buna rağmen Allah Rasûlü (sav) büyük ümitlerle onların görüşme çağrılarına olumlu cevap vermiştir. Çünkü lider konumundaki şahısları kazanabilirse davetini daha alt statüdeki Mekkelilere hiçbir zorlukla karşılaşmadan ulaştırabilirdi. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in (sav) Mekke liderlerini davet yolunda kazanmak adına çok istekli davrandığı, onların gönüllerini almak için aşırı gayret gösterdiğine işaret eden âyetler bulunmaktadır. Nitekim bütün gayretlerine rağmen netice alamaması üzerine üzülmesi ve ümitsiz hale gelmesi üzerine “Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur’ân) bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır”[1] âyeti uyarı ve teselli mahiyetinde nâzil olmuştur. Buna ilave olarak Hz. Peygamber’den (sav) liderleri kazanmak için çok aşırı gayret gösterip kendisini üzmemesi, nefsini harap etmemesi istenmiştir:
“Demek sen, bu söze (Kur’ân’a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin!“[2]“ Ey Muhammed! Mü’min olmuyorlar diye adetâ kendini helak edeceksin! Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar. Rahmân’dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler. Onlar (Allah’ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri başlarına gelecek”.[3] “Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır? Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. (Ey Muhammed!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk etme! Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla bilendir”.[4]

“Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir” (Tevbe, 9/128-129)
Allah Rasûlü (sav) diğer taraftan kendisine inananların memnuniyetini temin etmek, onları huzurlu ve mutlu kılmak için de çok hassasiyet göstermiş, ashabının üzülmemesi ve zarar görmemesi hususunda çok titiz davranmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususa açık işaret bulunmaktadır. “Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir”.[5] Bu âyet, Peygamber Efendimiz’in (sav) ümmetine olan şefkat ve ilgisini, onlar için nasıl endişelendiğini, kendisini inananların sıkıntılarına tahammül edemediğini, bunların kendisine çok ağır geldiğini, müminlere olan şefkatini ve merhametini çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir.
Allah Rasûlü’nin (sav) insanlara engin rahmeti öyle boyutlara ulaşmıştır ki inkâr edenlerin bile hidayete ermeleri için çabalamıştır. Allah-u Zülcelal Kur'an'da şöyle buyurmuştur: “Bu söze (Kur’an’a) inanmıyorlar diye neredeyse kendini telef edip bitireceksin”[6]. Nitekim o, Allah’ın dinine davet etmek için yurtlarına gelen Allah elçisini feci bir şekilde karşılayan ve şehrin ayak takımı insanlarını üzerine salan Taif halkı için beddua etmek bir yana Allah’a şöyle yalvarmıştır:
“Allahım, kuvvetimin yetersizliğini, çarelerimin tükenişini ve insanlarca horlanışımı sana havale ediyorum. Ey acıyanların en merhametlisi, sen horlananların Rabbi, Sen beni kime bırakacaksın? Üstüme saldıran uzak birilerine mi, yoksa başıma geçirttiğin bir düşmana mı? Eğer bana bir kızgınlığın yoksa aldırmıyorum, ancak benim için afiyet vermen daha etkin ve etkileyicidir. Yüzünün, kendisiyle karanlıkların açıldığı, dünya ve Âhiretin düzgünleştiği nuruna sığınırım. Bana gazabının inmesinden, kızgınlığına düşmekten sana sığınırım, sadece senin rızanı isterim, yeter ki sen razı ol, çare de ancak seninle, güç de ancak seninledir”.[7]
Bir keresinde çok ağır hakaretlere maruz kalmış, melek imdadına koşmuş, eğer isterse bir dağı kaldırıp bu âsî kavmin tepesine indirebileceğini söylemişti. Ama o şefkat abidesi insan ellerini kaldırarak;"Allah'ın, onların neslinden (kıyamete kadar) yalnızca Allah'a ibadet edip O'na şirk koşmayan birilerini çıkacağını ümit ediyorum" demiş ve onlara herhangi bir belanın gelmesini istememişti.
 

Şefkat Peygamberi (sav) ümmetine olan düşkünlüğünü şöyle ifade etmişti: “Hiç şüphesiz ben size bir babanın evlatlarına olan durumu gibiyim.”
Peygamber Efendimiz (sav), ümmetine öyle düşkündür di, ümmetinin dünyada ve ahirette sıkıntıya düşmesi O’nu çok müteessir ve mahzun eder. O’nu en çok düşündürüp mahzun eden de ümmetinden cehennem azabına düşecek olanların halidir. Ümmetini cehennem azabına götüren bir yola düşmemesi için bir baba şefkatiyle ikaz eden Allah Rasûlü (asv), onların hep hayırlara, güzelliklere mazhar olması hususunda da çok hırslıdır. Ümmetini cehennem azabına götüren bir yola düşmemesi için bir baba şefkatinin ötesinde ikaz eden Rasûlüllah (sav), bizlerin hep hayırlara, güzelliklere kavuşması hususunda hep ısrarlı olmuştur. Nitekim Şefkat Peygamberi (sav) ümmetine olan bu düşkünlüğünü şöyle ifade etmişti: “Hiç şüphesiz ben size bir babanın evlatlarına olan durumu gibiyim”. [9]
Görüldüğü gibi İslâm Peygamberi (sav) müminlere olan şefkati, bir babanın evladına olan şefkati gibidir. Bu son derece şefkatli bir babanın “evladım” diyerek gönül meyvesini ve ciğerparesini bağrına basması gibi O daha dünyaya teşrif eder etmez “ümmetim” demişti. Onun merhameti sadece dönemindeki insanları değil, kıyamete kadar gelip geçecek bütün ümmetini de içine almaktadır. Onun ümmetine düşkünlüğü onu her gece sabahlara kadar ümmeti için dualarla Rabbine yakarmasına sebep olurdu. Nitekim bir gün, ellerini kaldırmış, "Allah'ım, ümmetimi koru, ümmetime acı!" diye ağlayarak dua ederken, Yüce Allah, Cebrail'e buyurdu ki: "Ey Cebrail! Gerçi Rabbin her şeyi bilir; ama sen git, Muhammed'e niçin ağladığını sor." Cebrail geldiğinde, Peygamberimiz, ona, ümmeti için ağladığını söyledi. Cebrail Allah huzuruna dönüp durumu anlattı.

Hz. Peygamber (sav) müminlere kendi nefislerinden daha yakın ve önceliklidir. İnananlara dünya ve ahirette hayırlarına olanı göstermiştir.
Yüce Allah buyurdu ki: "Ey Cebrail, Muhammed'e git ve şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında hoşnut edeceğiz ve asla üzmeyeceğiz”.[10]
Hz. Peygamber (sav) müminlere kendi nefislerinden daha yakın ve önceliklidir. İnananlara dünya ve ahirette hayırlarına olanı göstermiştir. Bir hadis-i şerifte; "Ben müminlere kendi öz canlarından daha yakınım. Allah Rasûlü (sav), müminlere kendi canlarından daha azizdir."[11] buyurmuş ve sonra da sözüne şöyle devam etmiştir: "Kim bir mal bırakırsa o akrabalarınadır. Fakat kim de bir borç veya bakıma muhtaç kimse bırakarak giderse, borcunun ödenmesi ve geride kalanların bakımı bana aittir, onların velisi ve koruyucusu benim”.[12]
Hz. Peygamber (sav) Uhud savaşı esnasında düşmanın ani hücumu karşısında dişi kırılıp yüzüne miğferinin bir parçası saplandığı ve yüzünden dökülen kan yere düşeceği esnada, hemen ellerini kaldırarak "Allah'ım kavmime hidayet et, çünkü onlar (beni) bilmiyorlar" niyazıyla can düşmanı olan kâfirlerin başına gelmesi muhtemel bir belayı önlemeye çalışmıştı. [13]
Şefkat Peygamberinin (sav) hane-i saadetinde birlikte yaşama bahtiyarlığına eren Hz. Aişe (rah) annemiz, dinin emir ve yasaklarında Efendimizin ümmetine olan şefkatini şöyle ifade etmiştir: “Allah Resûlü iki şey arasında muhayyer bırakıldığında mutlaka kolay olanı tercih etmiştir”.[14]
Peygamber Efendimiz (sav), ashabına hitap ederek imkanı yerinde olanların hac yapmalarının farz olduğunu bildirmiş, onlardan hac görevini yerine getirmelerini istemişti. Orada bulunanlardan biri "Her sene mi hac yapacağız”? diye sual ettiklerinde Allah Rasûlü (sav) sessiz kalmıştı. Bunun üzerine, soru soran kimse üç kere sorusunu tekrar eder. En sonunda Peygamber Efendimiz (sav): "Eğer evet deseydim her sene hac yapmanız farz olacaktı ve siz de buna güç yetiremeyecektiniz." buyurmak suretiyle ümmetinin altından kalkamayacağı bir hükmün farz kılınmasını istememiştir.[15]Hz. Peygamber (sav) başka bir hadislerinde bu konuda "Eğer ümmetime zorluk vereceğimden çekinmeseydim, her namazın başında onlara misvak kullanmalarını emrederdim" demişlerdir.[16]
Rasûlüllah (sav) onların bu arzularını gördüğünü fakat bu şekilde cemaatle devam ederse teravih namazının ümmetine farz kılınabileceğini, farz kılındığında da ümmetinin bunu yerine getirmekten aciz kalacağını, ifade buyurarak cemaatle kıldırmayıp tek başına kılmıştır.
Allah Rasûlü (sav) birkaç gece mescidde ashabına teravih namazını kıldırmış daha sonra cemaat halinde kıldırmayıp odasında tek başına kılmıştı. Ashab, Efendimizin çıkıp kendilerine teravih namazını kıldırmalarını arzu etmişlerdi. Rasûlüllah (sav) onların bu arzularını gördüğünü fakat bu şekilde cemaatle devam ederse teravih namazının ümmetine farz kılınabileceğini, farz kılındığında da ümmetinin bunu yerine getirmekten aciz kalacağını, ifade buyurarak cemaatle kıldırmayıp tek başına kılmıştır.[17]
Hz. Peygamber (sav) namazlarını oldukça uzun kılardı. Bilhassa nâfile namazları, sahabenin takatını aşacak mahiyette idi. İşte O, böyle bir namaz kılma niyetiyle namaza duruyor, sonra da namaz esnasında bir çocuk ağlaması duyunca, hemen namazı hızlandırıyordu. Çünkü o günlerde kadınlar da Allah Rasûlü’nün (sav) imamlığında namaz kılmak için cemaate iştirâk ediyorlardı. Efendimiz, ağlayan çocuğun annesini böylece kadını rahatlatıyordu.[18]Bu itibarla Şefkat abidesi namazda imamlık yapanlara şu tavsiyede bulunmuştu:“Sizden biri insanlara namaz kıldırırken cemaatin durumunu nazar-ı itibara alarak cemaate ağır gelmeyecek şekilde namaz kıldırsın. Zira cemaat içinde zayıf, hasta ve yaşlı olanlar vardır. Kendi başına kılarken ise istediği kadar namazını uzatabilir”.[19]
Yeni müslüman olmuş birisi, Efendimizin yanına gelerek O'ndan yardım talep etmişti. Allah Rasûlü (sav) adama bazı şeyler vermesine rağmen adam hoşnutsuzluk izhar edip edep sınırlarını zorlayınca, Sahabe Efendilerimiz (sav) o şahsın üzerine yürümüş ve saygısızlığını cezalandırmak istemişlerdi. Fakat, Peygamber Efendimiz (sav) onlara mani olmuş ve başka şeyler de verip o adamı memnun etmişti. Sonra da ashabına dönüp şöyle buyurmuştu: “Benimle bu köylünün durumu kaçan bir deve ile sahibinin durumu gibidir. İnsanlar devenin peşinde koşmuş, hep beraber onu yakalamaya çalışmışlardır ama deve kalabalıktan daha çok ürkmüştür. Sonunda deve sahibi, “Devemi benimle baş başa bırakın. Ben onu sizden daha iyi bilirim, ona karşı sizden daha yumuşak davranırım” diye seslenmiş; eline bir tomar ot alarak ona ön tarafından yavaş yavaş yaklaşmış ve sonuçta devesini sakinleştirerek boynuna yuları vuruvermiştir. Eğer siz de o adamı bana bırakmasaydınız onu ateşe atmış olurdunuz. Benimle ümmetimin arasına girmeyin, ashabımı bana bırakın”.[20]
 Allah Rasûlü (sav) ümmetinin hata ve kusurlarını affederek kırmadan, incitmeden şefkatle kucaklayarak irşat etmiştir. Helal dairesi keyfe yeterli iken şeytani cazibesine kapılarak haramlara ve günahlara sürüklenmelerini ve böyle bir durum karşısında kendisinin onları kurtarmak için gayretini bir temsille şu şekilde ifade etmiştir:
 

Peygamber Efendimiz'e (sav) kimlere şefaat edeceği sorulduğunda "Benim şefaatim, dili kalbini tasdik ederek yürekten kelime-i tevhidi getirenleredir." buyurmuştur.
"Benimle sizin misaliniz, ateş yakan bir adamın misali gibidir ki; hemen pervaneler, kelebekler o ateşin içine düşmeye başlarlar. O bunları kovar. Ben de ateşten korumak için sizin eteğinizden tutuyorum. Halbuki siz elimden kaçıyorsunuz".[21] Bir diğer hadis-i şerifte; "Rabbimin nezdinden bir melek geldi ve ümmetimin yarısını Cenab-ı Allah cennete koymak ile şefaat arasında bir tercih yapmamı istedi. Ben şefaati tercih ettim. Zira şefaat daha umumi ve kifayetlidir. Siz bu şefaatin ümmetimin müttakilerine mi olduğunu sanıyorsunuz. Hayır! O ümmetimin hata ve günah işlemiş, günahlarla kirlenmiş olanları içindir".[22] Her peygamber Allah Teâlâ'nın reddetmeyeceği duasını dünyada iken yapmış ve bu hakkını kullanmıştır. Sevgili Peygamberimiz ise reddedilmeyecek duasını, kıyamet gününde ümmetine şefaat etmek üzere âhirete saklamış ve böylece ümmetine ne kadar düşkün olduğunu göstermiştir.
Nitekim ümmetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp "Ümmetim! Ümmetim!" diye yakarışa geçecek, O'na "Artık başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!" deninceye kadar başını yerden kaldırmayacaktır.[23] Bu şekilde müminler Allah'ın izniyle Peygamberimizin şefaatine nail olabileceklerdir. Peygamber Efendimiz'e (sav) kimlere şefaat edeceği sorulduğunda "Benim şefaatim, dili kalbini tasdik ederek yürekten kelime-i tevhidi getirenleredir." buyurarak samimi olarak "La ilahe illallah Muhammedun Rasûlullah" diyenlerin şefaatten mahrum bırakılmayacaklarını açıkça dile getirmiştir.[24]
Müslümanların Efendimizin şefaatinden istifade nisbeti, O’na iman etmeye, O’nun getirdiği dini hakkıyla yaşamaya bağlıdır. Efendimizin şefaatinden olabildiğince istifade Allah’ın hoşnutluğu dairesinde inanmaya ve o çizgide hayat yaşamaya bağlıdır. Allah’ın hoşnutluğuna, rızasına götüren yol da Efendimizin tebliğ ve temsil ettiği mesaj çizgisinde yaşamaktan geçmektedir.

Dipnotlar:





[1]   Abese, 80/10-11.
[2]   Kehf, 18/6.
[3]   Şuarâ, 26/1-6.
[4]   Fâtır, 35/8.
[5]  Tevbe, 9/128-129.
[6]   Kehf, 18/6; Şuarâ, 26/3.
[7]   İbn Hişâm, es-Sîre, II, 60-63; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 210-212; Belâzürî, Ensâb, I, 227.
[8]   Buhârî, Bedü'l-Halk, 7; Müslim, Cihad, 111.
[9]   Ebu Davud, Taharet, 4; Beyhaki, Sünen-i Kübra, I, 91.
[10]  Müslim, İman, 346. 
[11]  Ahzab, 33/
[12]  Buharî, Tefsir, 33; Müslim, Feraiz, 15. 
[13]  Buhârî, Enbiya, 54; Müslim, Cihad, 105.
[14]  Buhârî, Menakıb, 27; Müslim, Fazail, 77. 
[15]  Müslim, Hac, 412; Nesaî, Menâsik, 1.
[16]  Buhârî, Cum'a 8; Müslim, Tahare, 42.
[17]  Buhârî, Salatü't-teravih 2;Müslim, Salatü'l-müsafirin 178.
[18]  Buharî, Ezan, 65; Ebu Davud, Salat, 123.
[19]  Buhârî, salat, 183; Tirmizî, Salat, 61.
[20]  Kadı İyaz, Şifa-i Şerif, 1/124-125. 
[21]  Buhârî, Rikak, 26; Müslim, Fedâil, 17-19.
[22]  İbn-i Mace, Zühd, 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/75.
[23]  Buhârî, Tevhid, 36; Tefsirü'l-Kur'ân, 5; Müslim, İman, 326, 327.
[24]  Buhârî, Rikak,50; Müslim, İman, 369.
 







HZ. PEYGAMBERİN
İNSANA, İNSAN SEVGİ VE ONURUNA VERDİĞİ ÖNEM
 
Hz. Peygamberin (sav.) insana, onun onur ve şerefine verdiği önemi işlemeye başlamadan önce, cahiliye dönemindeki insanın durumuna bir göz atmakta fayda olduğu kanaatindeyiz. Çünkü ancak böylece Rasulullahın nezâket, hoşgörü, merhamet ve sabrı… sayesinde insanın ne gibi büyük kazanımlar elde ettiği görülebilecektir.
İslamdan önceki toplum, kabile merkezli idi. Yani tam bir kabile taassubu hâkimdi. Şöyle ki: Bizim kabileden olanın zalimi de adildir, karşı kabileden olanın adili de zalimdir. Bizim kabileden olanın yalanı ve yanlışı da doğrudur, karşı kabileden olanın doğrusu da yalan ve yanlıştır. Bizim kabileden olanın çirkini de güzeldir, karşı kabilenin güzeli de çirkindir.
Bu dönemde, kadının, kölenin, cariyenin ve hizmetçinin hiçbir değeri, hatta adı bile yoktu. Bunlar pazarlarda alınıp satılabilen birer maldı.
Hz. Ömer’in “Biz cahiliye döneminde kadınları insan yerine koymazdık. İslamiyet gelince ve Allah onlar hakkında ayetler indirince, onların bizim üzerimizde hakları olduğunu gördük.”[1] sözü bu gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Durum böyleyken Hz. Peygamberin, “Kadın da bir insandır, köle, cariye ve hizmetçiler de birer insandır.” sözleri ve bunlara birer insan olarak yaklaşımı ve merhameti büyük bir inkılâp yankısı uyandırmıştır. 
“Köleler sizin kardeşlerinizdir, onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onlara altından kalkamayacakları yükü yüklemeyin, yükleyecek olursanız onlara yardım edin.”[2]
“Onlara kölem cariyem demeyin, oğlum veya kızım deyin.”[3]
O zaman köle statüsünde olan bu insanlara karşı o kadar merhametli ve şefkâtli idi ki, her fırsatta onların özgürlüğe kavuşturulmalarını emrederdi, hatta ölümünden önce şu sözü söyledi: “Namaz ve köleler hususunda Allah’tan korkunuz.”[4]
Ebu Mes’ûd’u kölesini döverken gördü ve arkasından seslendi: “Ebu Mes’ûd! Allah senden daha güçlüdür ve Allah’ın senin üzerindeki hakkı, senin kölen üzerindeki hakkından daha büyüktür.”
Köleleri kaça kadar affetmem gerekir diye soran birine, “Her gün onları yetmiş defa affet.” buyurdu.
Onları azarlayıp döven bir başkasına Rasulullah, “Hesap günü adalet terazileri kuracağız.”[5] ayetini okuyunca adam, etkilendi ve “Şahit ol Ya Rasulallah! Onlar artık hürdürler.” dedi.
“Köle ve cariyesine kötü davranan cennete giremez, kölelerinizi özgürlüklerine kavuşturunuz. Kim bir cariyesini güzelce eğitir, âzâd eder ve özgür bir hanım olarak onu evlendirirse onunla biz, cennette şöyle yan yana olacağız.”[6] derdi.
O (sav.) köleler, hizmetçiler ve yoksulların aralarına girer, onlarla konuşur, davetlerini kabul eder, hastalartını ziyarette bulunur, cenazelerine katılır ve üzerlerine namaz kılardı.
Zenci bir kadın veya genç biri vardı. Mescid-i Nebevi’yi süpürürdü. Rasulullah onu bir ara göremez oldu. Merak ederek sordu. Sahabiler öldü dediler. Hz. Peygamber: “Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” buyurdu. Onlar ise hâdiseye pek önem vermiyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz, “bana kabrini gösterin” buyurdu. Gösterdiler. Gitti ve kadının kabri üzerine namaz kılıp dua etti.[7]
Onun (sav.) merhameti ve şefkati, sadece canlıları değil ölenleri de kuşatıyordu.
İslam dini, bu değersiz kabul edilen tutsak ve yoksul insanları özgürlüklerine kavuşturmak için devlet hazinesinden hisse ayırdı. Hz. Peygamber köleyi hürriyetine kavuşturduktan sonra, ona geçimini kazanacak kadar sermaye verirdi.[8]
Yanına gelen bir adamın, korkudan titrediğini görünce, “Arkadaş! Korkma, kendine gel, çünkü ben ne bir kral ne de bir melikim! Ancak ben güneşin altında kurumuş et parçası yiyen bir kadının çocuğuyum.”[9] buyurarak, bu zavallı insanı rahatlatmak ve onore etmek istedi.
Bir gün Pazar yerinde birisi Onun (sav.) elini öpmek için öne atıldı, fakat O elini çekerek “Bu acemlerin krallarına yaptıkları bir davranış şeklidir. Ben melik değilim, ancak içinizden birisiyim.”[10] buyurdu.
Pazar filesini taşımak isteyen birisine de, “Herkes kendi yükünü kendisi taşımaya daha lâyıktır.”[11] dedi.
Âmir oğullarından gelen bir heyet kendisine karşı, “Ya Rasulallah! Sen bizim seyyidimizsin, en faziletlimizsin, en şereflimizsin…” diye hitâb ettiler. O şöyle buyurdu:
“ Hayır, öyle demeyin. Bu tür konuşmaları bırakın. Sözünüzü ve ne istediğinizi söyleyin, fakat şeytan sizi kendisine alet etmesin.”[12]
Ben de sizin gibi bir kulum, kul gibi yiyor kul gibi içiyorum. Kul gibi oturuyor kul gibi kalkıyorum.”[13] “Ancak bana bir şey diyecekseniz Abdullahi ve Rasuluhû: Allah’ın kulu ve Rasûlü deyiniz.”[14] derdi.
Yine şöyle buyururdu: “İyilik ve merhamet cennete götürür. Yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin. İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.[15] Merhamet sahiplerine, Rahmân olan Allah rahmetiyle muamele buyurur. Gönlünde merhamet olmayanlar, ancak şakîler yani şeytana uymuş kimselerdir.”
Kur’an’ı Kerim de Onun (sav.) bu özelliğini şöyle dile getirir:
“Size içinizden bir Resûl geldi, günah işlemeniz ona güç gelir. Size pek düşkündür. Mü’minlere karşı çok şefkâtli ve merhametlidir.”[16]
Görüldüğü üzere Rasulullah adam yerine konmayan bu kimselerin, önce birer insan olduklarını, ikincisi onlara insanca davranılması, sahiplerinin onlara yediklerinden yedirmelerini, giydiklerinden giydirmelerini; her fırsatta işledikledikleri bazı hata ve günahlar için keffâret olarak da özgürlüklerine kavuşturulmalarını emretti ve bunu dini hükümlerin arasına soktu.
Merhamet konusunun bu gün de bütün detaylarıyla gündeme getirilmesi ve işlenmesi gerekir: Hz Peygamberin insanlara, hayvanlara, çevreye… karşı merhameti ve bu konudaki sünnet kültürünün tespit edilip ortaya konması…
Bu gün dünyamız, insanın insana merhametine ne kadar da muhtaç! Orta Doğu Müslümanlarının durumu, iç savaşlar, sıkıntılar, yoksulluklar, neredeyse altından kalkılamayacak problemler… ailelerde ve değişik kurumlardaki durumlar da pek iç açıcı gözükmüyor… İnsanımız ve dünyamız, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, inananıyla inanmayanıyla…
Rasulullahın insana verdiği önemi, insan sevgisini, hoşgörü, iyilik, ilgi ve merhametini, onların birbirlerini onore etmelerini, çözüm üretmeye dair prensiplerini ve davranışlarını ortaya koymamız gerekiyor.
Öyleyse Kur’an ve Hz. Peygamber insanı nasıl değerlendiriyor? İnsanlar birbirlerine, sevgi, saygı ve merhameti nasıl gösterecekler? Kız ve erkek çocuklarına, yetimlere, yaşlılara, anne ve babalara, özürlülere karşı nasıl bir sevgi, saygı ve merhamet gösterilecek sorularına cevap aramaya çalışalım.
 
İnsan, Allah’ın maddî ve manevî güç ve yetenekleri itibariyle en mükemmel şekilde yarattığı bir varlıktır. Kur’ân-ı Kerîm, onun en güzel biçimde yaratıldığını ifade buyuruyor. (Tîn, 95/4) Aynı zamanda o, diğer canlılar arasında en şerefli bir yere oturtulmuştur. (İsrâ, 17/70) Onun şerefli kılınması, diğer bütün yaratıkların onun hizmetine verilmiş olmasındandır. (Lukmân, 31/20) Aynı zamanda insan, yeryüzünde Allah Teâlâ’nın halîfesi, yani temsilcisi olarak yaratılmıştır. (Bakara, 2/30) Yani yeryüzünü imar ve ıslah etme görevi ile görevlendirilmiş ve üstlendiği bu zor işi başarabilecek maddî ve manevî güç ve yeteneklerle donatılmıştır.
Allah, insanı sudan ve topraktan yaratmış, ona kendi ruhundan üflemiş, onu bütün canlılar arasında özel bir konuma getirerek kendisine muhatap yapmış ve ona; “Ey insan, ey insanlar, ey âdemoğlu,” diye hitabetmiştir. Madem ki insan, yeryüzünün imar, ıslah ve idaresi emaneti ile görevli bir halîfedir, öyleyse bu hilâfet vazifesine layık olmalıdır. Peki bu ehliyetin şartları nelerdir acaba?
Kur’ân, bize halîfe olmanın ölçüsünü şöyle açıklar: “Allah, içinizden, iman edip de salih amel işleyenlere, kendilerinden önce gelenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına.. dair vaadde bulunmuştur.” (Nûr, 24/55); “Şüphesiz iman edip, salih ameller işleyenler var ya, işte onlar, yaratıkların en hayırlısıdırlar.” (Beyyine, 98/7); “De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar. (Zümer, 39/9)
Ayetler bize bu ölçünün, iman, salih amel ve ilim olduğunu açıkça belirtiyor. Eğer insanoğlu bu özelliklere sahip olmaz, bu şartları yerine getirmezse görevini yapmamış olur.
İmar, ıslah ve idare, bilgi ve irfanla olur. Nitekim ilk halîfe Adem, meleklere ilimle üstün gelmiştir. İlim, esastır. Maddî ve manevî ilerlemenin, kalkınmanın şartı ilim ve sanattır. İlim, irfan ve sanatta geri olanlar, ilerleme kaydedemezler. Hz. Peygamber (s.a.v.), ilk müslümanları öncelikle cehaletin köleliğinden kurtarmaya çalışmıştır. Ve:
Sadakaların en faziletlisi, insanın ilim öğrenmesi, sonra da onu bir başka kardeşine öğretmesidir,’ buyurmuştur.[17]
Unutmayalım ki, İbn Sina’nın dediği gibi; ‘İlim ve sanat, değerinin bilinmediği yerden göç eder.
Bu açıklamalar, her halde durumumuzu yeniden gözden geçirmemize ve bir otokritik yapmamıza vesile olacak ve insan olarak önem, sorumluluk ve yükümlülüklerimizin bilincine varmamızı sağlayacaktır.



 
[1] Buhari, Sahih, İstanbul 1315/1987, 77 Libâs 31 (VII, 46); Geniş bilgi için bkz. M. Tayyib Okiç, İslamiyette Kadın Öğretimi, Ankara 1978, s. 7 ve devamı.
[2] Buhari, 2 İman 22 (I, 13)
[3] Buhari, 49 el-Itk 17 (3,124)
[4] İbn Mâce, Vasâyâ, 1
[5] Enbiya, 21/47.
[6] Bu Konudaki hadisler için bkz.: Miftâhu Künûzi’s-Sünneti, Kahire 1921, s. 329-336.
[7] Buhari, 23 Cenaiz 66 (II, 112-113); Müslim, II Cenaiz 23, (II 659 nr 956); İbn Hanbel, II, 353-388.
[8] Abdurrahman Azzam, Betalü’l-Ebtâl, çev. Hayreddin Karaman, İstanbul 1964, s. 74-75.
[9] Kâdı Iyâd, eş-Şifa, s. 199,266; krş. Hâkim, Müstedrek, II, 466; III, 48.
[10] Eş-Şifa, s. 266.
[11] A.g.e. , s. 267.
[12] İbn Sa’d,et- Tabakâtü’l-Kübrâ, VII, 34; İbn Hanbel, Müsned, IV, 25.
[13] İbnü’l-Mübârek, Kitabu’z-Zühd, Beyrut 1386, s. 353, nr. 995; eş-Şifa, I, 188,263.
[14] İbn Hanbel, a.g.e., I, 24,47.
[15]Bkz.,  Müslim, Fedâil, 66.
[16] Tevbe, 9/128.
[17]     Bu konudaki hadisler için bkz. Buhârî, İstanbul 1979, 3 Kitâbu’l-Ilm 1-53 (I, 21-42).




 Hz. Muhammed (s.a.v.) Merhametliydi.

Şefkat ve merhamet insanı yücelten ulvî duygulardandır. Merhametin gücü şiddet ve öfkenin gücünden her zaman üstün gelmiştir. Dünya sevgi ve merhamet üzerine kuruludur. Allah’ın 99 güzel isminden biri Rahman biri Rahimdir; her ikisi de O’nun ne kadar çok merhametli olduğunu anlatır. Merhametin kaynağı olan Yüce Rabbimiz, bize elçi olarak gönderdiği peygamberinin kalbini de merhametle doldurmuş ve ona:
“–Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107)
buyurmuştur.

Daha önce, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) başarılı olmasının sırlarından biri, onun güvenilir biri olmasıydı demiştik. Başarısının bir başka sırrını da Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim’inde şöyle açıklıyor:
“–...ve (Ey Peygamber!) senin izleyicilerine yumuşak davranman Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Çünkü, eğer onlara karşı kırıcı ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları hoş gör ve bağışlanmaları için dua et.

” (Âl-i İmran, 159)

Gerçekten de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) insanlara merhametle yaklaşımı, kırıcı ve sert davranmaması, onları kopması mümkün olmayan bağlarla kendine bağlamıştı.
Peygamberimiz o kadar merhametliydi ki Müslümanlara olmadık kötülükler yapan, eziyetler çektiren putperestleri bile, eline pek çok cezalandırma fırsatı geçmesine rağmen, affetmiş; onları yenip ortadan kaldırmaktansa kendine çekip kazanmayı hedeflemişti.

Bedir Savaşında aldığı esirleri, Müslümanlara okuma-yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmış, yıllar sonra Mekke’ye zaferle döndüğünde İslam’ın en azılı düşmanlarını affettiğini ilan etmiştir. Peygamberimizin gönlünden akan bu merhamet seline karşı, putperestlerin lideri olan Ebu Süfyan bile duyarsız kalamamış, sonunda o da şahadet kelimesini söyleyerek Müslüman olmuştur.

Kendisi hem yetim hem de öksüz olarak büyümüş olan ve bir çocuk için anne-baba hasretinin ne demek olduğunu çok iyi bilen Peygamberimiz özellikle öksüz ve yetimlerin üzerine titrerdi. O şöyle derdi:
“–Kim bir fakir aile veya kimsesiz çocuk bırakırsa onu bize (Allah ve Resulüne) bırakmıştır.”
“–Merhamet etmeyene (Allah tarafından) merhamet edilmez.”

Rahmet Peygamberi, sadece insanlara değil, diğer canlılara da merhametle davranılmasını isterdi. Yük hayvanlarına gücünün üstünde yük vurulmamasını emrederdi. Daha önce yaşamış toplumlardan bir kadının, bir kediyi hapsederek açlıktan ölmesine sebep olduğu için cehennemlik; bir adamın da susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe, kuyuya inerek ayakkabısıyla su çıkarıp ona içirdiği için cennetlik olduğunu anlatır, hayvanlara karşı merhametli olmalarını çevresindekilere emrederdi.

1.  Şefkat ve merhamet omasaydı, yeryüzünde yaşam olur muydu?  

2.  Peygamberimizin merhametli oluşu, onun başarısını nasıl etkilemiştir?

3.  Peygamberimizin hayvanlara ve doğaya sevgi ve merhametle bağlılığını nasıl yorumlarsınız?

 

Yorumlarınızı bekliyorum…………………..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder